Bugün eve dönüşümün 9. günü, kaybettiğim ve hatırlamakta zorlandığım her şey buraya sıkışmış sanki. Derin bir nefes alıp kapalı gözler ile tüm noktalara ulaşabiliyorum. O kadar ki, kardeşimin yokluğu bile hissedilmiyor bazen. Yine de tüm bu gerçekliğin içine gömülmek zırhımı biraz daha ağırlaştırıyor. Çocuk olduğumuz günlerde üzerinde resimler çizdiğimiz masa, tavan arasındaki oyuklar ve aklımdaki oyunlar… hepsi yerli yerinde. Ama kardeşim Zelune'yi hatırladıkça ağrım biraz daha çoğalıyor, biraz daha ağırlaşıyor ve gömülüyorum. Böyle anlardan sonra kaçmanın ve saatlerce yürümenin, göğsümdeki ağrıyı ve zırhımdaki yoğunluğu hafiflettiğini biliyorum ama beni buraya bağlayan şey tüm haraketimi engelliyor. Yine de kendime acıyıp sabırla ve erdemle bacaklarımı hareket ettiriyorum. Tepkisiz ve nefessiz bana bakan sandalyeye benzememek için zorluyorum kendimi arzu ve tutku ile yürümek istiyorum. Hızlandığımda onlar da güçleniyor, dirileşiyor ve sandalye konuşmaya başlıyor sanki. Onu gerçek kılan tüm anılar ile birlikte. Odanın içinde kardeşim ile koşuşturduğumuz günler biraz daha çoğalıyor, hiç bitmeyen oyunları hatırlıyorum, biraz daha yakınımda. Son bir hamle yapıp buradan uzaklaşmadan önce, sandalyeye oturuyorum, son kez soluyup tüm derimi yırtarak koşmak için. Yine hatırlıyorum o uğultuyu, tüm dostlarımızla oturduğumuz karanlık geceyi, ışığın dönüşüne kadar yanan mumları. Açılan kapı ile tüm soğuk derime işliyor, oradan zihnime, bomboş ve yalnız bir düzlüğe. Kollarımda ve omuzlarımdaki parçalanma hissi yakıyor. Soğuduğumu biliyorum, bunlara karşılık ne bir güce ne de bir görünüşe sahibim. Düzlük genişliyor sanki, rüzgar yeri kaldırıyor ve hareket etmesini sağlıyor, işte o an da bunu sevmeye başlıyorum. Boşluğun ve rüzgarın haraketi beni kendine bağlıyor. Sonunu umursamadığım bir an oluyor artık… Yoksunluğumdan kurtulur kurtulmaz, Zelune geliyor aklıma yine, binlerceyim ve binlerce kez onu düşünüyorum ve binlerce kez ağıt. Yalnızlığın bana güç ve güven vermediğini hissediyorum artık. İçinde yaşadığım bu şey benim için bir kabusa dönüşüyor. Kaçmak istiyorum ve yine Zelune düşüyor aklıma.. Hatırlıyorum, son kez kollarımdan tutarken '' seni ne çok sevdiğimi bil diye sana bakıyorum '' dediğini '' seni ne çok sevdiğimi bil diye sana sarılıyorum '' henüz diri olan gövdesini ve sesini anımsayıp..
Yok edebilseydim etimi ve kemiğimi bu acıyla keyiflenmeyecek miydim toprağıma her bastıklarında. Parlamayacak mıydı benden kalanlar bir çınarın gövdesinde ve ben.. istemeden büyük bir gizemi açıklayabilirdim sana, yalnızlık içinde görkemle kaybolanlar gibi ve ne çok mutsuzum diye burada ateş olanlardan kaçıp saklanabilirdim ruhuna..