''Bak isimler silinip duruyor.Düşün şimdi; adını bilmediğin birşeye nasıl sesleneceksin ya da seslensen bile seni duyacak mı ? duysa bile gerçekten ona seslendiğini nasıl anlayacak. Bak görüyor musun isimler siliniyor işte...'' Oturduğumuz taşın üzerinde bir sağa bir sola bakıp gülümsüyordu. Aralıklarla havayı kokluyor sonra '' gece '' diye mırıldanıp, yüzüme bakıyordu. Bana dönüp bir kez daha gülümsedikten sonra sordu. ''Peki sen beni biraz taşır mısın, şu çukura kadar. Beni biraz taşırsan sana daha fazlasını anlatacağım ve sen de bileceksin.'' Onu istediği gibi çukura kadar taşıdım, seyrek ve savrularak. Her yalpalanışımda o içten içe kıkırdadı bense hem onu hemde kendimi düşürmemek için gayret ediyordum. Bi de gecenin o vakti paçalarımıza dolanan kedi rahat bırakmıyordu, yinede o anı ve onları sevmeye başladığımı farkediyordum. Bir an farkettim ki üzerimdeki tek yük onun ağırlığı ya da beni yalpalatan kedinin sırnaşması değildi. Ben bu duruma alışıp kabullenmeden konuşmaya başladı. ''Bazen sana benzemek istiyorum sonra bu kediye, elini toprağa koy hissediyor musun ? buz gibi, bazen onada benzemek istiyorum. Aniden her yerdeyim ve aniden tekrar burada sana bakıyorum. Sana bakmak güzel ve bu kara zift gibi kediyi okşamak. Ama isimler siliniyor.'' Oturduğumuz yere yakın, yokuş aşağı duran ağaçlar vardı. Bir süre oraya bakarken beni yakaladı. Ben oraya bakarken beni izlediğini fark edebiliyordum. Gülümseyişi umut dolu, yeni aydınlanan güzel bir gün gibi ama bir an varki o an ona bakmaktan çekiniyorum. Zaten henüz acıyan bir yarayı acıtmak gibi geliyor. Ağlamak istediğimi hissediyorum sonra bunun bir zayıflık olduğunu düşünüp hemen vazgeçiyorum. Onun böylesine konuşkan oluşu beni rahatlatıyor ama aynı ölçüde benim sessizliğim, onu yalnızlaştırıyordu. Bu konuda biraz buruk ve istekli olduğumu biliyordu bu yüzden naifliği ile beni büküyordu. Her şekilde birbirimize çarpıp orada bir boşluk bırakmıyorduk. Kafasını öne eğip konuşmaya başladı. '' isimler siliniyor işte ''