YEDİ KAHVERENGİ YOL


  •            Akrel 30’lu yaşlarında, orta boylu, sol gözünün altında kulağına kadar uzanan derin bir yaraya sahip sessiz sakin bir adamdı. Akşamları zamanının çoğunu yürüyerek geçirir ve eve döndüğünde en sevdiği plağı pikapa koyar hep aynı parçayı dinlerdi. Tek kardeşi olan Kivra’ya çok düşkünkü, çoğu zaman kendisinin dışında sadece onun için yaşadığını ve ona olan bağlığının sonsuz olduğunu düşünürdü. Yine yürüdüğü akşamlardan birinde henüz gece olmadan, varmak istediği yolun sonuna kardeşi Pradunun evine varmıştı.. 
  •            Sıcak bir selamlama ve özlediği her şey bu evin içindeydi. Arkadaşlarına sıkıca sarıldı, onu omzundan tutarak kendine çekti ve gülümsedi. Pradu da Akrel gibi sakin ve sessizdi, gözleri sürekli parlar ve yüzünden tatlı tebessüm hiç düşmezdi. Ama bugün Pradu biraz daha farklıydı. Akrel ve Pradu ağır adımlarla içeriye girip solondaki dostlarına selam verdi, koltuğa sıralanmış insanların yanında bir yer bulup yavaşça oturdu. bir süre sonra İnsanlara ve sessizliklerine odaklandı şaşkın bir ifade ile, dostlarının gözlerine ve gövdesindeki karartıya baktı. Kapıdaki sevincinin ardından gelen bu derin üzüntü onu boğuyordu. Artık, dışarıdaki yağmuru ve gök gürültüsünü işitebiliyordu. Tıpkı bu odada oturan insanların üzüntüleri gibi. Arkdaşı Pradu yüzünü yerden alıp Akrel'e döndü, kırık ve parçalanmış bir şekilde Kivra'yı kaybettiklerini söyledi Akrel, Praduya bakakalmıştı, ne bir ses ne de bir haraket vardı. Sonunda kaskatı kesilen gövdesi ile birlikte evin dışına çıktı. Uzun uzun adımlar atarak. Öyle ki ayakkabılarını bile giymemişti. Islanan ayakları ile soğuk havayı ve yağmuru derisinde hissediyordu. Bu geniş arazilerin sonsuz gökyüzünün bütünlüğünden daha derindi acısı, kaygısı, korkusu ve yalnızlığı. Akrel tepkisiz bir şekilde yagmurda ıslanıyordu. Kimse onun bu hüznünü bozmamak için yanına gelmemişti. Gökyüzü bir parlayıp bir kararıyordu ve Akrel bir taş gibi dikiliyordu. Vücudunda parçalar dökülüyordu toprağa ve su alıp götürüyordu umursamadan. Aniden bir el dokundu omzuna, uzun parmakları olan soluk bir el bir an için bir çok şeyi hatırlar gibi kafasını gökyüzüne kaldırdı, gülümsedi ve gözlerini kapatıp derin derin nefes aldı. Omzuna dokunan bu el yavaşça onu sarmaladı. Kafasını çevirdiğinde uzun bir varlığın onu sıkıca tuttuğunu görüyor ve hissediyordu. Korku ve öfke ile bağırmaya başladı Akrel; ''Şimdi ben bir toprak olsam, korkularımın en büyüğü susuzluk olurdu ve ben bir toprak olsam en büyük aşkım su olurdu. Ben toprak kadının bir parçası olsam en büyük arzum ona karışmak olurdu'' Varlık aniden kollarını ondan çekip Akrelin balçığa düşmesine neden oldu. aydınlık saçan bir ışık yükseldi suyun ve balçığın içinden. Toprağa yağan o tüm yağmur boğuyordu Akreli, kendini oradan çekip almak istediğinde, kaldıramıyordu kollarını ve bacaklarını. Bir savaş veriyordu kendi etrafında ve ona dokunan o el o varlık onu izliyordu sakince Aniden bir ses duydu yakından '' bu değil miydi dileğin, arzun, sevgin. Şimdi neden çekip almak istiyorsun kendini bu kutsallıktan bu hediyeden. Hadi biraz daha göm kafanı balçığa daha derine in gör bak ne var orada. Bu değil miydi senin ölümsüzlüğün. Neden uyanmak istiyorsun şimdi '' Su biraz daha Akreli boğarken , acıyordu kendine acizliğine ve hareketsizliğine... Bütün ağırlığını balçığa ve onu boğan suya vermişti, korkularından uzaklaşıp,arzusuna ve dilediğine yakınlaşıyordu. Bir süre sonra suyun onu taşıdığını ve balçıkla olan bağını kaybettiğini farketti, sanki vücudu havada süzülüyor gibiydi. Önce son bir gayretle kendini suyun altına itip balçığa tutunmaya çalıştı ve her denemesinde geri çekiliyordu. Tüm bunlar olurken, yani; tam olarak o anda arkasında dikilen varlık ona gülümsüyordu... 
  •           Yavaşça uzun kollarını uzatıp Akreli balçığın içinden aldı haraketsiz bedenine ve göğsüne dokundu. ‘’ Bugün değil Akrel ‘’ dedi. O varlık aniden toza dönüşüp Akrelin göğsüne doldu. Acı ve keder şekil değiştirip onunla yaşacaktı.