Kuşun gölgesinde otururken, ayaklarım toprağa hiç değmez, o gidene kadar yere basmayı hiç düşünmem, zaten istesem de yapamam...

            Kuşla ve onun gölgesiyle oturuyorum, ardımdaki her şey rüzgar ile birlikte savruluyor, toprağa ve havaya karışıyor hatta suya sonra ateşe, dünyanın arka tarafına doğru uçuşuyor... Yıllardır ne kadar çok dilesem de gördüklerimi istediğim gibi anlatamam. Çünkü zaman, ikiye bölünür ve ben, çok dışımda değil, bu gümüş renkli düzlükte, kendimi kaybetmemek ve dönüşmemek için zor tutarım... nihayetinde başaramam.

            İlerideki tepeyi birdenbire görüyorum. Rüzgar, bana doğru esiyor, bulutların ve ağaç dallarının arasından güneşi çok az görebiliyorum. Kolumdaki saate bakınca dört saattir aynı yerdeyim ama bulunmam gereken yeri çoktan geride bırakmışım. Dört saat boyunca taş gibi oturmak yoruyor beni, böyle bir anda; anlamlar ve düşünceler, sabit bir toprağın üzerinde ayakta durabilmenin, birkaç adım atabilmenin yanında çok geride kalıyor. Yürümek istiyorum, kuşun gölgesinden uzaklaşacak olmak beni huzursuz ediyor. Bir dostum daha çıkagelse acımdan ve kederimden beni yürüyerek uzaklaştırsa. Unutarak ve söylenerek yürümeye devam etsek. Ama biliyorum, yakın zamanda bir dostum daha gelmeyecek. Zaman geçmiyor. Hiç bitmiyor ve ben içine sıkıştığım bu acınası fizikle ne yapacağımı bilmiyorum.