Zaern


  •   Toprak kararmaya başlıyor, yere değen her gölge gibi ve oraya uzanamayacağımı bir kez daha hatırlatıyor bana, bildiklerimin ardına... Rüzgarın tarafından, rengi koyulmakta olan bir tepe, ardında kaybolabileceğim kadar büyük bir orman, ardında adını bilmediğim insanlar, ardında ismini bile telaffuz edemeyeceğim bir cemiyet. Karanlığın içine serilmiş ışıklar, kaldırmıyor topraktaki örtüyü, kaldırmıyor sınırladığı bu gücü. İçine gömüldüğüm, etten ve kemikten koparıp atamıyor. Şu tarafta, rüzgarın tarafında rengi koyuluyor yine bir tepenin, ardında bir tepe, tepenin ardında yine bir orman ve onun göğsündeki can. Sabah oluyor, yine güneş ve beni koruyan kanatsızın ardında serin rüzgar. Üstüme saf aydınlıktan düşmüş gibi. Ama henüz bilmiyorum, rüzgarın uçusundaki naifliği, kanatsızın süzülüşünü. Bir dostum daha çıka gelsin istiyorum, toprak kararmadan, bir dostum daha rüzgarla fısıldaşarak. Beton duvarların arasında bekleyen soğuk bir yaratık, güneş yükseldiğinde uyuyor ve buna karşılık ona feda edebileceğim tek şey uykum. Beton duvarların arasında bekleyen bu soğuk yaratık,  sabırla geceyi bekleyen. Kanatsızın gölgesinden uzak, kıvırıyor zihnini, uzatarak kollarını zırhını takıyor göğsüne, kanatsızın gölgesinden çok uzak... Kalbinin çok dışında kalmış, o yaratık kadar çelik kanatlı, gölge ayaklı varlığa takılı bir gece daha,   yine kararan toprak ve yine doğacak olan güneş. Yanımda süzülen o şeylerden biri, o şaşırtıcı pelerinin ardında bir takım küçük hareketler yapıyor ve hiç de benimki kadar kafası karışmışa benzemiyor. Alnına Hilal düşen bir kadın kadar değişken ve kararlı.
  •  Toprak kararmaya başlıyor yine, yere değen her gölge gibi ve oraya uzanamayacağımı bir kez daha hatırlatıyor bana, bildiklerimin ardına... Kaç biçimde kaç türlü sesle varoldu bu kanatsız, uykumu feda ettiğim yaratığa bir yol gibi örtülen bu gölge, kaç türlü toprağın üzerinde yeşerdi dilediğim, kaç türlü rüzgarın içinde sessizce. Ve yine Güneş. Sanki, ateşten suya, topraktan havaya, balçıktan kana, ruh dan ete ve kemiğe. Yaşlı adam göğe bakarak bağırıyor '' Ey atalarının tohumları, el sürülmemiş bir sırrın aşılmasına yas tutmak zorunda değiller.'' Yaşlı adam bağırıyor; '' Duymuyor musun gürültüyü ? çölde kızıla bulanmış kalabalığı, eski bir söz söyleniyor senin için, eski bir ses. '' Yaşlı adam göğe doğru haykırıyor, '' Yok edebilseydim şu altından zırhını, şefkatle yok ederdim bütünlüğünü. Bir baba kadar yakın olurdum senin ardındaki yıkıma, bir kadının içinde büyüyen o yavruya olduğu gibi sabırlı ve ağrılı. Parlıyor benden kalan kızıl yılanlar, beni iten o bilgeler. Toprak soluyor dökülen kanlarımı ve derimi, tüm akreplerin çevresinde sallanıyor duman ve ateş,  üzücü korkunç gecenin ertesinde.. ''
  • Bu kasırganın içinde ufacık bir ses. Bu kasırganın içinde, buz gibi donmuş bir rüzgar, yerin en dibine ulaştığında bile nefesi ısıtmayı reddediyor. Üşümeye ve yorgunluğa sürünmekten başka işe yaramıyor sanki.