Ana içeriğe atla
- Ölümsüz bağlılığımızı tamamlamaya çok az kalmıştı ama korkunç gecenin ertesinde, kumlu sulardan nereye çıktığımı asla bilmiyordum ve yüksekte olanlar bu bağlılığa izin vermemişlerdi. Yıllarca yürüdüm, yıllarca karanlığa ve cılız aydınlığa, beni yok edecekleri toprağa, yalnızlığa, geceye ve suyun altına...
Gizlemeliydik görecek olanlardan, gizlenmeliydik sana bir şey olur diye. Kayıyor ince bir su gibi aydınlık saçan ışık, yanmaya başlıyor üzerimde taşıdığım bu çelik zırh ve bir sıcaklık seziyorum gövdende toprağını yakacak.. Zorluyor beni kızgın çeliğin ağırlığı. Zorluyor beni arzum ve korkum.
- Henüz gece olmadan, varmak istediğim yolun sonuna, kardeşim Kivra'nın evine varmıştım. Sıcak bir selamlama ve özlediğim her şey bu evin içindeydi. İçerideki dostlarıma selam verip, koltuğa sıralanmış insanların yanında bir yer bulup yavaşça oturdum. İnsanlara ve sessizliklerine odaklandım, dostlarımın gözlerine ve kardeşimin gövdesindeki karartıya. Kapıdaki sevincimin ardından gelen bu derin üzüntü beni boğuyordu, dışarıdaki yağmuru ve gök gürültüsünü işitebiliyordum, tıpkı bu odada oturan insanların üzüntüleri gibi. Kardeşim Kivra yüzünü yerden alıp bana döndü, kırık ve parçalanmış bir şekilde Arhuel'i kaybettiğimizi söyledi... Bu en mutsuz günde, kararıyordum bende artık, o sevimli güzel kadın, ona akıyordu tüm aydınlığımız, herhangi bir dilediğim yoktu onu bir kez daha kucaklamaktan başka. Sonunda kaskatı kesilen gövdemle birlikte evin dışına çıktım. Bu geniş arazilerin sonsuz gökyüzünün bütünlüğünden daha derindi acım, kaygım, korkum ve yalnızlığım. Derim dökülüyordu toprağa, su alıp götürüyordu umursamadan sanki ondan istediğim bir dilek varmış gibi ve ben toprak acımı paylaşmasın diye, kızıyordum yağan bu yağmura... Aniden sanki bir el dokundu omzuma ve ben hatırladım bir an için dileğimi, utanarak ıslanmaya başladım yağmurda, sessizce dileğimi tekrarladım ona, defalarca, sessiz ve sakin, ta ki derim aşınıp acıdan bacaklarım beni taşımayana kadar... ''Şimdi ben bir toprak olsam, korkularımın en büyüğü susuzluk olurdu ve ben bir toprak olsam en büyük aşkım su olurdu. Ben toprak kadının bir parçası olsam en büyük arzum ona karışmak olurdu'' Sonunda yüz göz olmuştum balçıkla, ince bir su gibi aydınlık saçan bu ışık, balçığı ve zırhımı yakıyordu, toprağa yağan o tüm yağmur boğuyordu beni şefkatle, kızgın çeliğin ağırlığı zorluyordu beni, kendimi oradan çekip almak istediğimde, kaldıramıyordum kollarımı, kaldıramıyordum bacaklarımı. Bir ses geldi yakından, tüm yağan o yağmur gövdemi kaplamışken; '' bu değil miydi dileğin, arzun, sevgin. Şimdi neden çekip almak istiyorsun kendini bu kutsallıktan bu hediyeden. Hadi biraz daha göm kafanı balçığa daha derine in gör bak ne var orada. Bu değil miydi senin ölümsüzlüğün. Neden uyanmak istiyorsun şimdi '' Su biraz daha beni boğarken, büyük bir erdemle acıyordum kendime, acizliğime ve hareketsizliğime... Bütün ağırlığımı balçığa ve beni boğan suya vermiştim, korkularımdan uzaklaşıp, arzuma ve dileğime biraz daha yakınlaşıyordum. Bir süre sonra suyun beni taşıdığını ve balçıkla olan bağımı kaybettiğimi farkettim, sanki vücudum havada süzülüyor gibiydi. Önce son bir gayretle kendimi suyun altına itip balçığa tutunmaya çalıştım ve her denememde geri çekiliyordum. Tüm bunlar olurken, yani; tam olarak o anda yüksekte olanların bana gülümsediklerinden emindim...
- Yok edebilseydim etimi ve kemiğimi bu balçıkla, keyiflenmeyecek miydim toprağıma her bastıklarında, parlamayacak mıydı benden kalanlar bir çınarın gövdesinde ve ben... istemeden büyük bir gizemi açıklayabilirdim sana, yalnızlık içinde görkemle tahta geçenler gibi ve ne çok mutsuzum diye burada, ateş olanlardan kaçıp saklanabilirdim ruhuna...