Gecenin uykusuna az kalmışken;

           Evi saran taze beyaz çiçeğin kokusunu çok iyi hatırlıyorum sanki beni rahatsız etmişti ya da onunla bir çeşit bağ kurmamı sağlayacak kadar güzel kokuyor, belki bu yüzdendi. Sağımda büyük bir dolap vardı, onun varlığı beni ürkütmeye başlarken her şey daha da ağır bir hâl aldı, henüz yeni doğmuş bir bebeğin korkularını yaşıyor gibiydim, her şey git gide sıkışıyor... Bu oda da çok eşya yoktu aslında, olabildiğince geniş bir odaydı, büyük bir dolap, çift  kişilik  yatak, yatağın tam kenarında çalışma masası, ona eşlik eden gece ışığı, yatağın tam karşısında ise sokağa bakan büyük pencereler ve pencerelerin önünde geçmişten kalan iki yaşlı koltuk, her şeyin başlamasına neden olan o beyaz çiçek. Yatağa uzunca uzanmış, tavanın daha ne kadar aşşağı inebileceğini düşünürken, birden Minel' in ayak ucumda oturduğunu farkettim, en başından beğri ordaydı aslında ama uykusuzken görmekte zorlanıyorum. Minel; otuzlu yaşlarında sakin bir kadın, omuzlarına kadar uzanan saçları vardı ve  her sabah özenle çiçeğini sular, en sevdiği iki aşk şarkısını saatlerce dinlerdi ama o daha çok aşk ile bağdaşmayan bir kadın, bende hiç bir zaman onları bir arada hayal edememiştim zaten. Benim aksime aşktan korktuğunu ya da korkusu yüzünden ona inanmamayı seçtiğini de düşünmüyorum yine de onun gözlerine bakan adam, mutlaka aşkı arayacaktır ve bu arayış kayıp duygusuna yol açacaktır.
        Herşey daha da daralıp beni boğmadan, Minel' in konuşmaya başladığını duydum, belki de orada olmadığım süre boyunca konuşuyordu, emin değilim ama duyuyordum. Cümlelerini çok iyi hatırlayamasamda, sesindeki akışkan ve nazik tavır beni rahatlatmıştı, uzunca konuştu,  sonra sanki odanın içinde deprem oldu, Minel, odanın içinde akıp giden sesini kaybetmiş daha titrek ve seyrek konuşmaya başlamıştı, sesindeki kırgınlık beni tam olarak derin bir boşluğa itti, düştüğümden ve çarptığımdan eminim. Birşeylerin ters gittiğinin farkındaydım, ama sanki çokdan odanın bir parçası olmuş, konuşamayan her eşya gibi öylece hareketsiz kalmıştım. Minel ağlamaya başladı, bu  süre için de uyku neredeyse bana hakimdi. O ağladıkça ben uykuya zorlanıyordum, ne sınırlarımı ne de varlığımın şiddetinin farkındaydım. Uyku zihimden akarken, Minel ağlarken, ben haraketsizliğe tepkisiz oluşuma çokdan yenilmiştim. O' nun sesi daha da azalıyor bense daha da ağırlaşıyordum, sonunda uykunun içindeydim, sahip olduğum bu beden daha fazla uykusuzluğa karşı gelemezdi zaten. O gece güzel olan tek bir rüya bile görmedim, o gece ben hiç rüya görmedim, göz kapaklarımın altındaki karanlığa hapis olmuş, zihnimin bana gösterdiklerini sahip olamamıştım... Gecenin rahatsız edici sakinliğinden sonra, güneş parlayıp beton evlerin ışıkları söndüğünde her şey daha normal bir hâl almıştı. Bir çok gürültü, gecenin o rahatsız sakin sessizliğinden daha alışıldık bir sessizliğe bürünmüştü. Yataktan sessizce kalkıp beni boğan odaya dakikalarca baktım,  hiç bir şey ama hiç bir şey yoktu kafamın içinde. Sanki; orada daha önce hiç bulunmamış gibiydim aydınlığı söndürmek için yürümeye başladığımda, hala yanan gece ışığını söndürdükten sonra pencerenin önündeki koltuklardan birine oturdum, oturduğum hizadan sokağı görebiliyordum, bir kutlama varmış gibi çok fazla insan yürüyordu, sanki... hepsinin acelesi var gibiydi. O an da onlardan birisi olmak beni büyük bir korkunun içine gömülmemi sağladı, yürümek istemiyordum, yetişmek istediğim hiç bir yer yok, sadece bu eskimiş koltukla birlikte oturmak istiyorum, gece olsun istemiyorum, kollarımı ısıtan bu güneş hep bu açıda kalsın. Bu düşüncelerle işim bittikten sonra, hep orada kalmasını istediğim güneş kollarımı yakmaya başladı, birden gecenin serinliğinin özlemini duydum, asla güneş hangi açıda olursa bana ulaşamaz diye düşünmedim. Güneş tamemen gitmeliydi ve geceye yetişmek için zamanın belli bir kısmını yok etmek zorundaydım,  kendi kendime dedim ki; '' uyanmak için her zaman bir neden vardır. '' Onlardan birisi olmaktan korkarken, onlardan birisi olmadan uyanamayacağımı anladım. Onlardan biriysen yaşıyorsun demektir ve her zaman yetişmen gereken bir şeyler vardır. Kaçırmak zorunda değilsin, ama hep birşeylere yetişmen gerekir. Belki de o çiçeğin güzel kokusundan ya da kuracağım bağdan rahatsız olmam bu yüzdendi. Asla onun gibi, öylece pencerenin önünde durup, geceyle günün karışmasını saatlerce bekleyemiycem, tekrar onun gibi saf ve bembeyaz. Kafamı pencereden uzatıp, insanların tozlu ayak seslerine odaklandım sonra yavaşça dönüp o beyaz çiceğe baktım, o sırada bana gülümsediğinden eminim. Dışarıda o tozun dumanın içindeki hiç bir şey ona benzemiyor, onun gibi sakin ve sabırlı değil.
        Yatağa doğru yürüdüm, sessizce uyuyan Minel' e baktım, ardından çiçeğe, düşünüyorum da; bir kadının elinde büyüyen en saf şey ne olabilir? Kendi içinden çıkardığı bir insan mı? Yoksa hiç bir şey umurunda değilmiş gibi pencerenin önünde durup her sabah ona su vermesini ve onun için güzel aşk şarkıları çalmasını bekleyen, benim yetişmem gereken yerlerle hiç bir ilgisi olmayan bu beyaz  çiçek mi? Tekrar düşününce, bir kadının aşk şarkılarının sıradan bir çiçeğe adandığını, ne kadar inandırıcı gelebilir ki ? O kadında aşkı nasıl sorgularsın? Ya da anlattığında anlayabileceğin bir şey midir? Her sabahın erkeninde kalkıp, içinde kaybettiği yüce gönüllü duygular oradaymış gibi, onunla sevişircesine konuşan kadın, belki de aşkın ta kendisidir, görebileceğimiz en gerçek halidir.
                     Bundan sonraki sessizliğin yaratıcı her düşünceye etki etmesini dilerken, onunla kalmakla ondan kaçmak arasında olağan dışı bir kişilik savaşı veriyordum. Çok uzun süre onunla kalmadım ama gitmeden ona sormam gereken bir soru vardı ve Minel uyandığın da aklımdaki tek soruyu ona sordum; '' Neden yalnızlık hissetmiyorsun Minel ?'' Bana bakıp güldü, dağılmış saçlarını düzeltip biraz beklememi söyledi, mutfaktan bir bardak su alıp geldi, doğruca beyaz çiçeğe yönelip, toprağına suyu döktü, bardağı masanın üzerine bırakıp yanıma geldi ve gülümseyerek, sanki fısıldar gibi '' Çünkü korkmuyorum '' dedi. Evden ayrılırken ona sormam gereken son bir soru daha vardı. Soruyu sormadan o na veda edip gittim ve bir gün tekrar bir araya geldiğimizde tek bir soru olacak ''neden korkmuyorsun Minel ?'' Belki bu sorunun cevabından sonra bende aramaktan vazgeçerim ya da bir beyaz çiçek bulup bana korkmamayı öğretmesini dilerim.