Bu gece evden yürümek için ayrılırken, konuşacak çok fazla şeyimiz yoktu, kapıyı kapatıp bakışları altında ayakkabılarımı bağladıktan sonra, sessizce yürümeye başladık. Çok uzun bir yürüyüş olmuştu hatırlayamayacağım kadar uzun bir yürüyüş. Biz yürüdükçe ben adımlarımızı duyamaz oldum ben adımlarımızı duyamadıkça göğsümdeki çelik zırh daha da ağırlaşmaya başladı, birden koşmaya başladığımı hissettim sonra sadece koştuğumu, gittiğim hiç bir yerin olmadığını sonunda düşeceğimi.Sonsuzluk gibi gelen bu gece yürüşünde bir süre boyunca ondan ve topraktan uzaklaşmış, sürekli kafamın içinden geçen keder ve kayıp duygusuna yol açacak olan bütün sorulara ve cümlelere odaklanmıştım, soruları sorup ardından cevapsız bırakıp kendi eksikliklerime duyarsız olmaya devam ettim.Yorulup sakince bir yere oturduk ve kısık bir ıslık gibi güzel melodiler içindeki sesiyle birden konuşmaya başladı: ''Balkonsuz ve metal olmayan o evde penceremden bakarken, soğuk bir kış sabahı çok sayıda kuşun donmamak için hep birlkte ısınmak üzere uzunca bir ağaç dallarında bir araya toplandıklarını gördüm, ama kısa süre sonra,varlıklarının birbirleri üzerindeki etkilerini görüp yeniden ayrıldılar.Isınma gereksinimi onları tekrar bir araya getirdiğinde, varlıkları onlara engel olacak, birbirlerini anlayabilecek kanat boşluğunu ya da mesafeyi bulana kadar...ama yine de sana kendi duygularımı söyleyip gitmeyeceğim'' Bu cümlenin ardından ona söyleyebilecek birşeylerimin olmaması biraz kederlenmeme yol açmıştı. Bulanık ve ısrarcı bir şekilde sabırsızlığımı hissedebilirdi, aynı benim onun kendi gölgesinde çizdiği sınırı hissettiğim gibi.Ama onu anlamadan gölgesinin üzerinden iz bırakmadan çekip gidecek bir adam olmaktan korkuyordum.Kendime söylediğim cümleyi hatırlıyorum: ''O sadece aşmak istemediğim yola gerçeklik kazandıran bir güç, isterse bu yolu darma duman edebilir.''
Sanırım güneşin doğmasına bir saat kadar vardı, çoktan eve varmıştık.Gecenin kokusu üzerimizdeyken giysilerimizi değiştirip bu ağaç kokan evin havasını bozmadık, uyumak için hazır olduğumuzda güneş bir misafir gibi ağır ağır pencereye dokunuyordu. Ama ben hatırlıyorum, en bulanık ve en kısa uyku, en uzun yürüyüş, sonsuzluk kadar uzun gelen derinlik. Uyandığımda çoktan gitmişti, bu ağaç kokan ev sahile yakın bir yerlerde. Balkondan sahile bakarken sanki sizi karşılamaya gelen dostlarınızmış gibi, dalgaların gel gitlerini görebiliyorsunuz, başınızı usulca okşayan o serin rüzgarın daveti. Evden çıkıp sahile doğru yürümeye başladım, güneş o kadar yakındayken tam olarak yürüyormuş gibi değildi aslında, sanki toprağın üzerinde küçük kurumuş çamurlar gibi hissediyordum büyük ağaçların dalları bile o sıcaktan korumaya yetmiyordu, kuruyup kaldığım toprak da bekliyorum, birinin üzerime basıp sahile kadar beni ayaklarında taşımasını, suya karışıp o sonsuzluklardan biri olmayı.Tam olarak yok olup bir başka gerçeğe bürünmeyi.Yürümeye devam edip suya yakın bir ağacın gölgesine oturdum, dalgaların melodileştiğini ve rüzgarın ona büyük bir keyifle eşlik edişini anladıkça bir sigara yakmak istedim, ardından bir tane daha, belki bir tane daha.Rüzgarın tiryakisi olmadan, suyun yakınında onu gördüm, saçlarıyla birlikte suyun üzerinde yürüyor gibiydi.Sakince suya daldı.Suyun altından yüzeye çıktıktan sonra, derin bir nefes aldı.Bu nefes onun mecburiyetiydi suyun içindeki iki dakikalık yaşamının mecburiyeti.Arkasına dönüp suya baktı, kumlu yolda ağır ağır yürümeye başladı ve her adımında kum taneleri bir o yandan bir bu yana savruluyordu.Bu kısa kum yürüşüyü, yorgun düşen bedenini daha da zayıf kılmış geçilmesi zor bir ana dönüştürmüştü.Güneş onu yakıp kurutmadan önce, bedenin etrafını saran sular usulca düşüp ve düştüğü her yerde unutulacak izler bıraktı tam olarak o an için de bunu önemseyen bir tek bendim sanırım. Nefessiz kaldığı bu yürüyüşün sonunda toprak yola varmıştı, suyun altındaki iki dakikalık karanlık özgürlüğünü geride bırakarak. Orada asla korkmadığını, insan oluşundan nefes almak zorunda hissederken bile uzaklaştığını biliyorum.Haftanın üç günü saatlerce su da dans edip, o yorucu kum yürüyüşünden bıkmıyormuşcasına aynı bitkinlikle yürüyor.O ne zaman suyun altındayken, ben onu görmezken, karşımda duran sonsuz açıklığa bakmadığımı biliyorum. Onun suyun altındaki dansının suyun üzerindeki hayalini kuruyorum, saçlarının omuzlarına dolandığını.Her geçişi beni biraz daha suyun altına çekiyor, onun yüzeye çıkışına kadar nefes alışımı zorlaştırıyordu.Henüz tanımlayamadığım duygulara sahiplik ederken düşündüm de, eğer ki aşka inanıyor olsaydım, gökyüzünü göstererek zihnimi susturacaktım. Belki de bu gidiş gelirlerin çok daha büyük anlamları olurdu.Ben suyun üstünde yürümektense suyun altına uzanmayı tercih edebilirdim, bu bir süre için bizi ölümsüz kılardı.
Kuşlar sabahın köründe şarkı söylemeye başladıklarında, bu suyun altında yaşama arzusu olan kadın yan döndü ve gözlerini açtı, o sadece günün uyanmasını bekliyordu.
Şimdi ben bir toprak olsam, korkularımın en büyüğü susuzluk olurdu ve ben bir toprak olsam en büyük aşkım su olurdu.Ben toprak kadının bir parçası olsam en büyük arzum ona karışmak olurdu.
Sanırım güneşin doğmasına bir saat kadar vardı, çoktan eve varmıştık.Gecenin kokusu üzerimizdeyken giysilerimizi değiştirip bu ağaç kokan evin havasını bozmadık, uyumak için hazır olduğumuzda güneş bir misafir gibi ağır ağır pencereye dokunuyordu. Ama ben hatırlıyorum, en bulanık ve en kısa uyku, en uzun yürüyüş, sonsuzluk kadar uzun gelen derinlik. Uyandığımda çoktan gitmişti, bu ağaç kokan ev sahile yakın bir yerlerde. Balkondan sahile bakarken sanki sizi karşılamaya gelen dostlarınızmış gibi, dalgaların gel gitlerini görebiliyorsunuz, başınızı usulca okşayan o serin rüzgarın daveti. Evden çıkıp sahile doğru yürümeye başladım, güneş o kadar yakındayken tam olarak yürüyormuş gibi değildi aslında, sanki toprağın üzerinde küçük kurumuş çamurlar gibi hissediyordum büyük ağaçların dalları bile o sıcaktan korumaya yetmiyordu, kuruyup kaldığım toprak da bekliyorum, birinin üzerime basıp sahile kadar beni ayaklarında taşımasını, suya karışıp o sonsuzluklardan biri olmayı.Tam olarak yok olup bir başka gerçeğe bürünmeyi.Yürümeye devam edip suya yakın bir ağacın gölgesine oturdum, dalgaların melodileştiğini ve rüzgarın ona büyük bir keyifle eşlik edişini anladıkça bir sigara yakmak istedim, ardından bir tane daha, belki bir tane daha.Rüzgarın tiryakisi olmadan, suyun yakınında onu gördüm, saçlarıyla birlikte suyun üzerinde yürüyor gibiydi.Sakince suya daldı.Suyun altından yüzeye çıktıktan sonra, derin bir nefes aldı.Bu nefes onun mecburiyetiydi suyun içindeki iki dakikalık yaşamının mecburiyeti.Arkasına dönüp suya baktı, kumlu yolda ağır ağır yürümeye başladı ve her adımında kum taneleri bir o yandan bir bu yana savruluyordu.Bu kısa kum yürüşüyü, yorgun düşen bedenini daha da zayıf kılmış geçilmesi zor bir ana dönüştürmüştü.Güneş onu yakıp kurutmadan önce, bedenin etrafını saran sular usulca düşüp ve düştüğü her yerde unutulacak izler bıraktı tam olarak o an için de bunu önemseyen bir tek bendim sanırım. Nefessiz kaldığı bu yürüyüşün sonunda toprak yola varmıştı, suyun altındaki iki dakikalık karanlık özgürlüğünü geride bırakarak. Orada asla korkmadığını, insan oluşundan nefes almak zorunda hissederken bile uzaklaştığını biliyorum.Haftanın üç günü saatlerce su da dans edip, o yorucu kum yürüyüşünden bıkmıyormuşcasına aynı bitkinlikle yürüyor.O ne zaman suyun altındayken, ben onu görmezken, karşımda duran sonsuz açıklığa bakmadığımı biliyorum. Onun suyun altındaki dansının suyun üzerindeki hayalini kuruyorum, saçlarının omuzlarına dolandığını.Her geçişi beni biraz daha suyun altına çekiyor, onun yüzeye çıkışına kadar nefes alışımı zorlaştırıyordu.Henüz tanımlayamadığım duygulara sahiplik ederken düşündüm de, eğer ki aşka inanıyor olsaydım, gökyüzünü göstererek zihnimi susturacaktım. Belki de bu gidiş gelirlerin çok daha büyük anlamları olurdu.Ben suyun üstünde yürümektense suyun altına uzanmayı tercih edebilirdim, bu bir süre için bizi ölümsüz kılardı.
Kuşlar sabahın köründe şarkı söylemeye başladıklarında, bu suyun altında yaşama arzusu olan kadın yan döndü ve gözlerini açtı, o sadece günün uyanmasını bekliyordu.
Şimdi ben bir toprak olsam, korkularımın en büyüğü susuzluk olurdu ve ben bir toprak olsam en büyük aşkım su olurdu.Ben toprak kadının bir parçası olsam en büyük arzum ona karışmak olurdu.